Hikayelerimde anın bunaltıcı karmaşasını işlemeye çalıştım. 

Telefonuma aldığım notlardan oluşan cümlelerin bazılarında yazım hataları vardır, inşallah düzeltilecektir. 





Ağızla kuş tutma kursu



Bekleme salonunda yine şu mimar kadınla beraber sırasını bekliyordu.

Kurs idarecileri kurumsal ciddiyete sadık kalmis olsa gerekti. Ya da basit bir tesadüftü.

Gecen hafta girdiği seansta bir bülbülü ağzıyla tutmaya cok yaklaşmıştı.

Hayvan öncekilere nazaran daha sakin bir kuştu. Zamanla başaracağına inandırıyordu kendini.

Odadaki plazmada geri sayimi izlemiş ve kendini atik bir kaplan gibi hissetmişti. 

Cesurdu, istekliydi... Yapabilirdi.

İyi bir insan olmanın acı bedellerini ödemekten sıkılmış internette gordugu bu kursa yazılmaya karar vermişti. 

"Herkesi Mutlu etmenin tek yolunu öğretiyoruz" yazıyordu kursun internet sayfasında.

Eşleriyle ailesi arasında kalanlar, is yerinde insanlarla gecinemeyenler, geçinse bile surekli kendinden yiyenler, tutunamayan öğrenciler bu kursun gediklisi olmustu simdiden.

Huzursuz ruhlarla, zamana ve mekana ait hissedemeyen niceleri arasında bir fenomen haline geliyordu mekan.

Amerikan filmlerindeki bagimli klüpleri gibi bir sey olsa gerek diye düşündü.

İnsanlara sosyalleşme imkanı saglayan kaynaştırıcı bir workshop olsa gerek dedi kursun adını gorunce.

Oysa kurs tam olarak ağzınla Nasıl kuş yakalarsın uzerine kuruluydu. 

Budistvari, münzevi bir yönü vardı. Tek amacin kuşu ellerin bagli ağzınla yakalamaktı. 

Dudaklarına kuşların karsi koyamayacağı darı sıvısından yapilmis bir krema sürüyorlardı. Ac bırakılan kuşlar ağzına doğru geliyordu ve yakalaman mümkündü.



Kilo sorunu

Mehmet Nallıhan minibüsüne doğru yürürken cay ocağını goz ucuyla süzdü. 

Hemen her gun yapardı bunu. Tanıdık varsa selam vermek icin mi yoksa 13 yıl once dükkanının en alt katında ufak bir yer vererek iyilik yaptigi Remzi ustaya iyiliğini hatırlatmak icin mi kendisi de bilemiyordu.

Mağazalarının arka sokağına park ederlerdi arabalarını. Her birinin sonu 44'le bitiyordu.

Beyaz Ford'una bindi ve geri geri çıkmanın zahmetini çekmek istemediğini anladı.
Cunku yan aynaları kullanarak cikmak o U güvende hissettirmiyordu.

Aklina nedense köydeki ahlaksız ve yaşça buyuk bir arkadasin arkadan yaptigi edepsiz saka geldi.

140 kilo olmadigi gunlerde bunu ne kolay yapardı oysa. Sag kolunu arkaya atar halıların hemen uzerinden arka cami süzerdi.

İnip dükkana geri donmeye karar verdi.
Belki de Remzi ustaya uğrasa iyi olurdu.

Kuruyemişçi Muammere uğradı.

Kimin daha varlıklı oldugu uzerine girdikleri imalı tartışmaları zevkli buluyordu.

Zenginlik konusu kabak tadı verince kaderin yuceliginden ve havalardan bahsederlerdi.

Kuruyemiş toptancısı Muammerin küçük oglu abdullah bir sekilde Mehmet abisinin arabayi döndürme problemi oldugunu, kendi dukkanindaki kardeşlerinden, oğullarından ve yeğenlerinden herhangi birinden bunu istemeyi kendine yakistiramadigini anlıyor gibiydi.

Abdullah dükkanın onune kina çerezi cikariyordu. Goz goze geldiler.

Mehmet Nallıhan ve Abdullah halden anlayan iki arkadas gibi bakıştılar. İkisinin de gozleri neseyle parlamıştı.



İş kazaları


O sabah farklı hissediyordu. Mutfak tezgahının üzerine baktiginda, toparlamaya dermanı olmadigini gordu. Ömrünün geri kalanını göremeyecekmiş gibi hissetti. Ustelik belli belirsiz bir his de degildi bu.

Televizyondan yukselen kararli ses o saatlerde Uluslararası savunma sanayi fuari icin protokol yolu hazırlanıyordu. 
12 farklı ülkeden bakan düzeyinde katilim bildirilmiş, güvenlik onlemlerinde azami ihtimam gösteriliyordu.

Vedat bilgisayarını acti... LNG tanker kullanmanın ne buyuk sorumluluk olduguyla ilgili bilgi maillerinden birini daha gordu. 

Facebook'tan gelen bir mesaj görünüyordu. 
"Seni artık hayatimda istemiyorum"
Yazıyordu.

Almanya'daki nişanlisi meltem dedikçi bir kadın olmasının yanında Turk Alman egitimi almis kultur sarhoşu tum kadinlar gibi kimlik bunalımı yasıyordu.

Buna benzer fevri çıkışlarına alışmıştı.

Ancak bu defa farklıydı. 

Cunku Vedat frankfurttan döneli daha 3 gun olmustu.

Meltem'in ona yaklaşımı hoşçakal temali son bir sehir turu gibiydi...

Vedat ona aşık degildi. Sadece birlikte yaşamak istiyordu, uzun yolları çekmesi gereken bir işi vardı. Birileri evde onu beklese guzel olurdu.

Anlaşılan o kisi meltem olmayacaktı.

Vedat markete cikmaya karar verdi.

Sigara aldı. "Marketin onunde bir tane yakıver" diyen ic sesiyle mucadele etti. Bu onu yordu.

Eve 10 adım kala pek fazla sey dusunerek bir tane yakıverdi.

Çakmak 1 liralık karaktersiz, sadece sigara yakmak icin üretilmiş bir çakmaktı.

Lisedeki kacamak sigaralarını düşündü. Az mı sigara içmişlerdi okulun tuvaletinde.

Sonra Kuran kursu cagi da sigara ve onun icin degisik bir beraberlik başlatmıştı.

Neden sonra sigarasının tribine maruz kaldığını hissetti.

"Bana geri dondun, demedim mi sana" diyor gibiydi.
Komşulara ayıp olmasın diye düşündü ve bu karmasa dusuk enerjisini iyice yere cekti. Sigarasını yere atıp merdivenlere yönelirken Tuzla'dan alacağı yukun nereye gideceğini bilmediğini fark etti.

Canı sıkılmış hevessiz hissetmişti o an.
Bu defa baska diye mırıldandı trabzanlari kavrayan ellerine goz ucuyla bakarken...


Hatırlanma tutkusu


Şişli'deki antikacılar çarşısına girdiğinde vitrinlere goz ucuyla baktı. Amaci pasaj şeklindeki dükkanların kapısında duran esnafı süzmekti.
Kendisini bir tanıyan çıkmalıydı artık.

Remzi Küllegeç'in dükkanına girdiğinde kendini bu defa daha az yabancı hissetti.
Merhaba deyip her zamanki misafir koltuğuna kuruluverdi.

Oysa genelde misafir gibi hisseder, rahatsızlık verdigini düşünürdü.

Rahatliginda Remzi Küllegeç'in gecen sefer yaptigi konusmanin buyuk etkisi oldugunu anladı.

Emekli bir ogretmen olarak sanata yönelmesinin gayet normal oldugunu, sanatçıların bir eser ortaya koyup digerlerinin de aynı coşkunluğu hissetmesini beklediğini, genelde yalniz eser sahibinin eseri en iyi anlayacağını söylemişti.

Bu dürüstlük hosuna gidince Remzi Bey'e kanı iyice isinmis, kızının yanına Bursa'ya gitmek uzere aldigi Ucak biletini iptal edivermisti.

Remzi Küllegeç'in diyafondan cay söylediği anlarda tavlayı kaptı ve "halimize bin şükür" diyerek kanaatkarlara mahsus bir iç çekti...

Balmumundan insan icinden cikan yeni insan uzuvları gosterir bir sanat eseri vardı.
Bir gece aniden aklına gelen fikrin uzerine yürüyünce tasarladığı nesneyi Sanat eseri diye gormeye de alışmıştı artık.

İnsanin kendini gerçekleştirme cabasına kafa yorduğu 55 senelik ömründe birkac guzel sanatlar ögrencisi yıllar sonra anabilsin diye hikayesi olan bir eser bırakmak en buyuk arzusuydu.

Eserin raftaki yerini beğendiğini kendine hatırlattı. 
Ona dokunmaktan kendini alamadığını gorunce minik bir el hareketiyle yerinden az bir sey oynattı.



Ceket sorunsalı

Deden "Her mevsimin güzelliği vardır" derdi. Yaz da olsa ceketini yanindan ayırma...
Her sabah işin yolunu tutarken bu sozu sorgulamaktan sıkılmıştı...

Tipki namazi bırakamamak gibiydi. Yapiyordu ama doğru yapmadığını düşünüyordu.

Kendisi olmaktan o kadar vazgeçmişti ki, baskalarinin beğenisini kazanmak disinda iyi sey bilmiyordu.

Hem neden agustos sıcağında taşımalıydı ki bu ceketi? 

Tamam "terliyken klima çarpmasın" gerekçesi makuldü ama fayda maliyet analizi yaptığında bir yuku gun boyu taşıdığını, bunu yapmazsa da yaşayabileceğini düşünüyordu.

Böyleyken sabahları çıkarken cekete elinin gitmesinin anlamsız oldugunun bilincindeydi.

Batılı olamadığı gibi doğulu da kalamadigini kavradığı gibi özümsüyordu bu hakikatı 

Ceket ademe çıkabilirdi belki birgun adı... Gazeteler ondan bahsetmese bile es dost usuttugu gunlerde en dogrusunu sen yapıyorsun diyebilirdi mesela.

Kim bilir belki bir gun yazın ceket bulundurma mevzusu birilerince sorgulanabilirdi bile...








Kese kağıdı



Kanepeye uzandığında arınmış hissetti. İslam dininde neden gunah cikarma diye bir sey yoktu ki sanki.

Aşağı yukarı yarım saat aynanın onunde cirilciplak kendiyle yüzleşmişti...

Artilarim ve eksilerim neler diye düşüneceğine odaklanmıştı. 

Uzunca zamandır tek basına kalmayı hesaplıyor, bu arınma gunune bileniyordu..

Manav biraz bozulur diye usulen meyve alıp evin yolunu tutmuştu.

Adam 40'li yaslarda dikiş tutturamamış binlercesine benzer bir manavdan biriydi ama kendisiyle yüzleşmesine musallat olmustu.

Tıpkı muduru ve akrabaları gibi... kendisini bu insanlara karsi sorumlu ve borçlu hissediyordu. 

Müdürün odasında basına gelenler canlandı gözünün onunde... Gozlerini tam göremiyordu... Kendine acımayı bırakıp yüklerinden azad olmak icin planlamıştı bu seyi ama olmuyordu iste... 

Ona gore insan yalnız ölurdu ve bu tum gerçeklerin üzerindeydi.

Hayirlisi olsun diye mırıldanarak kumandaya uzandı...




Plansızlık özlemi


Cay ve kahve arasında kalmisti. Başında bekleyen garsona bir cevap vermeliydi...

Yaprak gelecek miydi?
Boşanalı daha 6 ay olmasına ragmen neden kafasından Yaprakla olası evliliklerine dair mukayese dolu seyler geçiyordu? 

Oysa kendine bir daha evlenmeyecegine dair soz vermişti.

Belki sigarayi bırakamıyordu. Doğru durust kılmadığına emin oldugu namazi ve ailesini kırmayı bırakamadığı gibi buna benzer kotu alışkanlıkları da bir turlu bırakamıyordu. 

Ama bu sozunu tutacağına dair gercekten güvendiği insanları kodlamıştı.

Kriminal komşusuna dahi "eger evlendiğimi öğrenirsen gel beni öldur" bile demek geçmişti aklindan...

Yaprak yapraktı ama onun icin yaratıldığına emindi.

Kendisi olmasıyla hicbir problemi yoktu kızın. 
Kahve uykumu kacirir diye düşündü. 

Eski karisi ona emanetti ama yetişme tarzından olsa gerek sebebe ve sonuca fazla bağlıydı. 

Ayran uyku getirir, simdi uyursam sabah su saatte kalkarım, bunu giyersem falanca falanı der... 
Arkadaşını cagiracaksan onceden haber ver... 


Yaprakla hayalini kurduğu maceralara atilabilirdi oysa. Hem yaprak plansizdi ve o bu plansizligi özlüyordu.

Kendisi olmayı bırakmasını isteyen herkesten bir daha tiksindi...

Hem evlilik insanoglunun yapabilecegi en korkunc hata degil miydi.

Aşka inanmadığına bir kez daha kanaat getirdi

Acik bir cay deyiverdi. Rahatlamış hissetti. 

Evlilik diyordu, yeni evlendiğinde soran insanlara, evlilik evli olan insanlarla evli olmayan insanların ortak tek sorunu. 

Dunyanin aşağı yukarı her gun uzerinde düşündüğü bu mevzu tam bir yazgı işiydi. 
Karsınıza duzgun biri cikarsa gozlerine bakın, eminseniz durmayın diyordu.

Simdi ise bir genc asla evlenmemelidir diyordu ama bunu kimseyle paylaşmayacağını da yemin etmişti. 

Kendine verdigi ne cok soz vardı.

Bir kez daha bencil olduğuna kanaat getirdi. 

Zihnindeki ciliz ses ise direncini kaybetmek üzereydi.

Sen bencil falan degilsin bilakis sincapların icinde müstesna, insan incitmekten en fazla kaçınanısın. Seni tornaya sokmalarına izin verme. 

Simdi kendin olmaktan vazgeçer de onların tarafina geçersen kendine dusman mutsuz bir birey olacaksın. 

Yaprak da nerede kalmisti boyle. 


Diger boşanan arkadaslari gibi eski karısının nette izini sürmediğini hatırladı.

Kendisini galip hissetmedi bunun icin.

Ama onde hissetmediği icin bir parca gurur duydu. 

Kendisine bile bu kadar ölçülü bir tevazuyu devridaim ettiren bir birey Nasıl olur da bencil olabilirdi.

Kalp kırmamaya gayret ediyor, iletisim sorunlari uzerinde çalışıyordu.

Belki basla bir hayatta kendisiyle barış imzalar tutkularını keşfedebilirdi. 

Karsi masadaki kızın hevesle telefonuyla ilgilendiğini gordu.

Hayatzede olacaksın kızım tekrar dusun demek istedi. Neye yarardı ki? İnsanlar bu hatayi yapmayi bırakamazdı...

Robotlaşmış insanlardan bunaldigina tekrar kâni oldu.

Onun aradığı,.... onun aradığı neydi

Bilmediğini farkedip kendine acıdı. sözümü tutacağım dedi kendine. 

Kendi bu sıralar onu dinlemeye meyilliydi....

Yaprakla evlenmeyeceğim, kimseyle evlenmeyeceğim. 

Herkes tek ölür. Tek başındayken anlamlı bu konukluk.
Boylece kalp de kirmamis olurum dedi.

Ciliz ses kısıldı. Kendine acımayı sürdürdü. İnsanlar bana neden acımıyor. Kafamda onca sesle yasamaya mahkum edildim.

Her an bir de hesap verme yükümlülüğü Can'ıma okuyor! Ah bir anlasalar diyordu.


Ve dunyasi karardı. Ama aydınlıktı. Yumuşacık bir cift el gozlerini arkadan kavrayimvermisti.

Neseli sesi bil bakalım kimim ben diye fısıldadı...




Bir şeyler yapılmalı


Isid militanlari Atatürk havalimanında 3 canlı bombayla once ortalığı tarayıp sonra da kendilerini patlatmıştı.

Mesut terorle mücadelenin onemli noktalarından birine daha gecen hafta atanmıştı.

İyi bir polis olacak bir hikayesi yoktu.

Duygusal ve aceleciydi.

Terorle micadele icin yeni bir sey denemek istiyordu. 

İsid sempatizanlarına şimdiki adıyla daes teroristlerine iskence edip goruntuleri sızdıracaktı.

Birileri bir seyler yapmali artık diye mırıldandı. Tek yaptigimiz siddetle kınamak...



Bi ajans ortamı


Ajansta kapilar zürafaların geçmesine uygun degildi. Ama zürafalar herhangi bir hak mücadelesi icinde görünmüyordu. Kafalarını usulca egiveriyorlardi.

150 metre kare alanda internet kafe gibi dizilmis masaların bulundugu tertipli ve çağdaş görünümlü bir yerdi reklam ajansı. 


Kapi girişlerinde parmak izi okutmak en cok sincaplar icin zor oluyordu.

Zürafalar ön bacaklarini kaldırıp okuyabiliyordu parmak izlerini. Aslanlar ve maymunların uzanması da zor olmuyordu.

Fakat bir sincap oraya tirmanamazdi. Tırmanmayı basarsa bile parmağını basması icin yerçekimine meydan okuması gerekirdi.

Ajansin diger katlarına ya da tuvalete gittiklerinde baskalarinin geçmesini bekleyip onlarla beraber iceri girerdi sincaplar.

Zürafalar ajansta olup biten seyleri gözlemler  cok rahat plan yapabilirlerdi. 

Aslanlar maymunların bilgeliğine, zürafalar aslanlarin cesaret gösterilerine hayrandı. 

Sincapların klavyeleri teknik servis tarafından değiştirilmemişti bir turlu. 

Sincaplar iyimserdi ve yazmayi severdi oysa. 

Mevcut klavyeyle de yazabildiğine şükretti sincap....





Oyun değiştiriciler



Biyokimyacı arkadaşı Bora israrla davet etmese boyle bir toplantıya kesinlikle gitmezdi.

Bu luks villanın kapısına yanasirken Boran'ın çılgınlıklarını düşündü.

Bir donem ateist sonra Molla daha sonra da berduş takılmıştı. 

Sonraları karakoydeki Haci Baba deliler kahvehanesinin müdavimi olmustu.

Bora saygı duyduğu biri olmasa ve en azından çoluk çocuğa karışmış olsa Borayla fazla görüşmezdi. 

Ne oldugunu anlamadan zenci bir Valerie anahtarını verirken buldu kendini...

Salon karanlıktı ve kadife sesli, yaşı 50-55 bir kadın ifaktan soze girme hazirligi yapiyordu.

İnsanlık Kabil'in yolundadir. 
Gezegeni yok edeceğimizi anlıyor, onlarca bilimkurgu filmine konu olmus yıkım senaryolarını biliyoruz.

Bu salonda bulunanlar bir amaç icin burada. Dunyada aklıselim bir avuç egitimli insanın insa ettigi iyilik etkileşiminin bir parcasi olabilirsiniz dedi kadın.

Karanlıkta secemiyordu ama Forbes listesinde yer alan unlu is adamını kosede huşu icinde sunumu dinlerken yakaladı kendini.

Sunum ilginçti, hatta dinlediği en tuhaf sunumdu. Milyon dolarlık bir anlaşmaya imza atmayacaktı bu sunumun sonunda. 

Gerci bora hayatini kökten değiştirecek bu aksam demisti kendisine.

Sahi is adamının da dinlediği en ilginc sunum olabilir miydi bu?

Bilemiyordu. Bilmedigi seylerin pesinden gitmemeye Alışmıştı.

Dunyayi daha iyi bir yer yapmak da pek umurunda degildi ama o cift motorlu minik uçakla piste çakılması her seyi değiştirmişti.

Servetinin buyuk kısmini bizzat dağıtmış fakirleri ve cocuk yuvalarını sık sık ziyaret eder olmustu.

Dunyada hicbir adrenalin sporunun veremeyeceği huzuru cocuklarin kendisine sarılmasında bulmuştu.

Kadin sürdürdü

Hepimiz varoluştaki amaci anlamak icin bedel ödedik. 

Bugun insanligin gelecegi adına adım atmak icin buradayiz. 

İnanın dostlarım bu salondakiler kendilerinden isteneni yaparsa, Afrika'da su kuyusu açmak ya da israfla mucadele fonlarına para akitmamiza gerek dahi kalmayacak.

Bir serum hazirladi guvenilir dostlarimiz... İzi sürülemez bir serum. 
İsmi sonsuz hoşgörü...
Serumu tum dunyada insanlara uygulayacağız ve kötüler iyi olacak.

Heyecanlandigini hissetti. Kendine sasırdı. Eskiden olsa sarlatan bulurdu kadını, araya girer bozardı.

Saygıyı yıllar once öğrenmişti ama kadın martaval okuyor olabilir miydi?

Boraya guvendigini fark etti.




Sigarayi bırakma geyikleri


Bir cümlenin içinde arkadaşlarının doğum günü tarihi geçtiği zaman telefonundan anımsatıcı kurup arkadaşını o gün arayarak tebrik eden biriydi.

Kendisiyle başbaşa kaldığında bazen şunu söylerdi iyiliğime aşık olmalı insanlar, o kadar iyiyim ki takdir etmeli imalı konuşanlar laf sokmaktan keyif alanlar kıskandırmak için yaşayanlar kinaye başvuranlar öteki ile çok ilgili olanlar

Ramazan bayramının ikinci günü nde pek hoşnut olmayarak dahil olduğu bahçe sohbetinde dayısı Sigara bırakma konusunda hassas de gömleğin cebinde ki marlboro paketini gördükten sonra.


Dediğine göre pazarcılık yaptığı yerde dedi birisi vardı 10'a dedi diye takılırdı dayısı bir gün para sayarken dayısının elindeki 5 TL'yi alıp kağıt 5 TL'yi alıp ucunu Çakmakla yaktı 

Dayısı lan deli ne yapıyorsun dediğinde deli ben miyim sen misin her gün 5 TL'yi böyle yakıyorsun işte dedi vay be deliye bak bizleri sanıyordum onu ama deli bizmişiz meğer

Bolca cinsel iktidarsızlık imalarınin de bulun yeni evlisin bırak şu sigarayı falan bir de rahmetli babasının yani kahramanımızın dedesinin bir anısını aktardı.

Beyazıt'ta seyyar olarak mont satıyoruz ya ben dertli dertli sigara içiyorum ama birazda mağdur kazanıyoruz abi işte dercesine rahmetli babam Beni uzaktan görmüş geldi ve dediki vay yavrum vay deden de böyle içerde ben de böyle içerdim yavrum kaç kilosun sen 60 kg 10 gram iraden yetmiyor mu sana...

Kahramanımız bugün bir söz verdi kendi kendine her zaman girişimcilik panellerinde başarılı fikri ulaşmış milyon dolarlar kazanmış inmiyor girişimciler şöyle dedi en büyük tutkunuz neyse bu konuyla ilgili bir şeyler yaparsınız tutkunuz üzerinden yüreyim düşündü sonra gerçekten de en büyük tutkusu sigarayı bırakmakti.

Belki bırakmak yada bırakmamak hadi önünde yada yalnızca sigarayı bırakma geyikleri diye Bir eser yazabilirdi bir roman olabilirdi yada ufak tefek hikayeciklerden oluşan bir eser belli olmazdı üzerine gitmeye karar verdi çünkü kaybedecek hiçbir şey yoktu bir hamakta sesli komutla bazı şeyler yazabiliyordu ve teknolojinin 10'a sunduğu imkanlardan çok memnundu ve bir sigara daha yakmaya karar verdi, yine kafasında kuracaktı



 Maytaplar


İstanbul'da yaşayan bir Suriyeliydi ve Türkiye'de bir Suriyeli olmak sanıldığı kadar kolay değildir 10'a göre. Yasadigi gettoda bir market açmaya karar verdi.

Marketin ismini dünya mini market koydu ve bayramlarda torpil sattı. 

Cocuklarin ardı ardına patlattığı torpiller ona halepteki kaosu hatırlattı. 

Turkleri pek sevmemişti zaten. Dukkan sahibine ne demeliydi. 

Sirf Suriyeli diye 600 liralık daireye 1100 lira kira istemişti. 

Dairenin duvarlarını kırıp vitrin yapmak ve alengirli oldugu kadar yorucu ruhsat islemleri de kendisine aitti.

Patlamalar Türkleri onları biraz daha iyi anlamaya itecekti... Her kutudan 20 lira kar ediyordu. Ve cevrede torpil, kizkaciran ve Fuze satan tek bakkaldı. 

Bazi akrabaları macerasını bakkal açmak diye tanımlasa da ona gore dunyaya bir mesaj veren bir market işletiyordu.

Bıçkın bir genc bayramda dükkanına gelip torpil satmayın rahatsız ediyorsunuz insanları dediğinde eliyle de işaret ederek bitti dedi.

Genc cikinca kendini yabancı hissetti tekrar. 
Sonra makarnaların oldugu rafi düzeltmeye girişti kasayı kayınbiraderine bırakarak.







Çocukluk camisi 



Çocukluğundan beri cumaları gittiği camideydi o bayram cuması.

Türkçesi 10 uzerinden 3 sakallı bir hoca vardı  minberde.

Diyanetin atadığı imam memlekete gitmis olmaliydi.

6-7 yıl once atanmıştı bu camiye ve caminin hemen yanındaki bir ailenin kızını isteyip yine cami ve kayınpederinin yanındaki bir eve yerleşmişti.

Bir ilkbahar gecesi arkadaslarla muhabbeti uzatmış sabah namazi kılmaya karar vermislerdi ve imam gürültüden, gelenlerin tinerci oldugunu düşünüp kendini imam odasina kitlemisti.

Yetmişine merdiven dayamis kotu Türkçeli hoca anlattıkça neden din eğitiminin bu kadar kotu yapıldığını sorgularken buldu kendini yine.

Camide o kadar cok cocuk vardı ki...

Allah'ın biz kulları ne kadar sevdigi Hakkı'nda pek az sey söylüyordu hocalar...

Aranizda selamı yayınız sözlerini duyunca kendi frekansına yaklaşıldığını hissetti ama anlık bir seydi bu.

Farzı kilip çıkacaktı. 

Camideyken gunluk isleri düşünmekten kendini alamıyordu. 

İşin tuhaf yanı kendini pişman da hissetmiyordu.

Hani heisriyanlardaki gunah cikarma formatının uygulanabilir bir sekli camilerde uygulansa cocuk istismarları, hırsızlık, aile içi siddet ve toplumsal kronik çoğu problem ortadan kalkardı ona gore.

Cocukluk arkadaşını yanında buldu baktiginda.

Beraber top oynarlardı. Burhan neseli bir cocuktu ama o da camide cok sikilmis görünüyordu.

Asagi mahalleden şirin, başı ve gövdesiyle imama dönmüş saygiyla dinliyordu anlatılanları.


Akrabalar kotuluk yapsa da onlara iyi olun dendiğinde mahallesini düşündü yine.

İstanbul'un cogu gettosu gibi karman cormandi buralar. 

Cocuklarin gelecegi yoktu mesela. Rol model azdı. Pazarcılık, inşaatçılık ve köye donme ülküleri uzerinden akraba ispatlaşmalarıyla gecen hayatlar eskiyordu.

İmam farzı kıldırırken trafigi düşündü, neyse ki hizlica kildirivermisti namazi.



İbrahim'in sonu



İs yerindeki koyu Fenerli temizlikçi İbrahim'in ölüm haberi onu yıkmadı ama sarstı.

İlk defa hayatı hayatına değen birisi bir anda vefat edivermisti.

Bayram donusu ogluyla trafik kazası geçirip yaşamını yitirmişlerdi ikisi de.

İs yerinin whatsapp grubunda duyduğu bu haber ilk anda şok etti onu.

Bayram dönüşü ajansta yapılacak isleri bekliyordu daha. Mesaiye kalip calisanlar ortalığı baya kirletmiş olmaliydi.

Ölürken ne düşündü acaba, bekleyen işlerini mi? 
Oğlunu dusunmustur muhtemelen diye karar verdi. Belki karısını? Onu seviyor muydu acaba? 

Sahi karisi neredeydi? Boşanmislar miydi? Ayri miydilar? 

Her gun en az 10 defa görürdü İbrahim'i. Genelde bos bir köşe bulur telefonla birilerini bir seylere ikna etmeye çalışırdı. 

Ya da musgulatinı tane tane ama bezgin bir sesle İletirdi karşıdakine.

Onu fark etmezdi is yaparken tuvalette, asansörde, sigara içerken, Feneri konusurken. Belki bir defaya mahsus hikayesini dinlemeliydi. 

Ama bunun icin merak etmesi gerekirdi ve bu onun icin Zaman ayrilamayacak bir detaydı.

Kendisinden daha fenerliydi ibrahim. Bir turkuydu onun icin. Kurum Mail'inden öğrendiğine gore 8 yasindaki Oglunun adı eyup sabriydi. 

Acaba oğluna da fener askını asilanis miydi? İmzalı formalar, birlikte maça gitmeler yaşanmış miydi?

İbrahim bazen düşerdi yaşamında. Guzel bir kızı bakışlarıyla rahatsız etmişti bir sure. Sonraları bundan bir sure vazgeçmiş bagimliliklarini ayrı mecralarda sürdürmüştü.

Alacakli oldugu kadar yenikti hayata. Hicbir sey istedigi gitmiyordu ve bu onun sucu degildi ona gore.

Sahi o kız nasıl karşılamıştı bu ölümü? İbrahimin rahatsız ettigi insanlar da bir parca ibrahim degil miydi? 

Yasam karsisinda hic mi mağlubiyet yasamamışlardı? 




Sorgu melekleriyle laf çevirme


Düğününde halay başı oynayan dayısının haberini aldığında ailece veda yemegi yiyorlardı.

Boyle bir habere hazır olmadigini fark etti.

Muhammet Dayi hep hızlı yaşa cenazen yakisikli olsun derdi. Ölürken de boyle mi düşünmüştü acaba?

Söylenenlere gore bayram tatili icin ailesiyle gittiği köyde kalp krizi geçirmişti.

Akraba cevreleri bir yana tanıdığı tum insanlar icinde muhabbetinden en fazla keyif aldigi insandi Muhammet dayi.

Cocuklari da kendi gibi duruş sahibiydi. El alem ne der kaygısını pek az hisseder, kafasina gore yasarlardı.

Oglu Emrah, cocukluk arkadaşı telefonu kirmis miydi yoksa sinirden. Aradi ulaşamadı.

Cok canı yanıyor olmaliydi.
Babasi Ada'm gibi bir adamdı ve artık malesef yoktu.


Muhammet dayi 50'li yasların basındaydı ve eğlenmeyi severdi. Hayatin kahrını çektiğimiz kadar o da bizim kahrimizi çeksin derdi.

O aksam pazardaki sergisini toplayip arabaya yüklerken muhakkak heyecanlı olmaliydi.

Köyde doğup büyümüştü. Heyecanlı idi ama aklindan bir saniye bile bu gezide ölecegi gecmis miydi acaba? 

Yoksa kendine bile nadiren itiraf ettigi dünyadan yorulmusluguna yaslanıp hikayesinin bitis şekliyle ilgili kurmuş muydu kafasında.

Cenazeye gitmek zorunda hissetti. Ama çocuklarına olan sevgisinden mi yoksa dayisina son bir jest yapma dusuncesiyle mi gidecekti iste bundan emin degildi.

Muhakkak gitmesi gerektiğine ikna oldu. 

Son bir aydır cok yorulmuş olsa da, maddi olarak hazır olmasa da gitmeliydi.

Müdürünü arayıp izin almak zorundaydı. Personel sıkıntısı da vardı ama kimsenin ne düşüneceğini pek az umursadigini fark etti. Gurur duydu kendiyle.

Neden sonra amcası oglum sen gelme biz aile büyükleri olarak hepimiz gidiyoruz zaten dediğinde cocuklarin yuzune Nasıl bakarım demisti. 

Bu gidişi dayisina jest miydi, yoksa çocuklarına karsi bir gorev mi bilemedi...

Bilmedigi onlarca seyin arasında bu da olacaktı. Ama bu kafasini yastiga koyduğunda aklına gelecek onemli hadiselerdendi. Vitrinde duracak anı diye düşündü. Hep bakacaktı o hatıraya.

Son 15 yıldır tanıdığı kimse ölmemisti. Hele kendisine bu kadar yakın hissettiği birinin ölmesi ilk defa başına geliyordu. 

Kardeşinin gidişinden dolayı havada asili kalan ayrılıktan ötürü daha dun hıçkırarak ağlamamış olsa şayet, amcasının evinde yol hazirliklari konuşulurken ağlayabilecekti belki bir parca...

Sahi muhammet dayi saclarini simsiyah boyardı hep. Agir durur, gülmesini bilirdi. 

Guldurmek icin ozel cabalar harcadığı da oluyordu ama komik seyler hep onun basına gelmiyordu sonucta.

Yaşadıklarını belki biraz da ekleyerek mizahla süslerdi. 

Dayının anlattığı onca hikayeden birkaçını o gunun akşamında hatırladı.

İnce bir ağacın tepesindeki elmayı kahramanımizin babasıyla gözüne kestirmişler küçükken. 

Uyanik olan berikine sen ağaca cik ben agaci tutayim deyip ikna etmis.

Babasi çıktıkça elmaya doğru ağaç aşağı eğilmiş. Sıska ağaç yeterince eğilince elmayı Muhammet dayi kapıp yiyivermis.

Bu ve buna benzer kurnazlık anılarını anlatirken hayatta başaramadıklarını örtüyor olamazdi cunku istikrarlı ve basarili bir adamdı.

Pazarcilar arasında en saygı duyulan oldugu gibi kara gun dostuydu da.

Babasi paraya sıkıştığında ona gidebiliyordu pek ala. Babasi ona cok sık giderdi. Bir çeşit psikologdu. 

Terapileri insanın yasam hücrelerini harekete geçirirdi.


İster istemez kabrine gelecek Sorgu katipleriyle Nasıl bir muhabbeti olacagini düşündü.

Muhammet dayi idare ederdi. Gencken yaptigi hatalari sonraları oturan kişiliğiyle telafi edebilmiş, kul hakkı konusunda cevreyle nötr olmayi başarmıştı.

Sigarayi severdi ama ickiyle arası yoktu. Oysa onunla bir kerecik rakı icmisligi olsun isterdi.

Muhammet dayısıyla raki muhabbeti yapmaması kotu hissettirdi, uzerinde dusununce.

Gece rüyasında uçak düşmesi görmesini de simdi yorumlayabiliyordu annesi. Oglum uçak seni çağırmış bak diye...



İnşa edici site


Mailde belirtilen benzinligin otoparkına park etti arabasını. 

Cuma 19.00 Yığılca petrol Ofisi 17HG674 yazıyordu mailde.
Karisi itiraz etmemiş alışılmadık maceraya olur demisti.

İstanbuldan çıktıktan sonra trafikte sıkıştıklarında donmeye karar vermislerdi birkac defa.

Bunda mail adresine yönelttikleri sorulara cevap alamamalarının etkisi oldugu kadar trafiğin midelerini bulandirmasinin da etkisi olmustu.

Muge ve Hamdi'nin saygınlığı olmasa çoktan dönmüşlerdi bile...

Mail'de yazan plaka Bordo renkli eski bir Torostu. Tekerleklerin üzerini yokladı elleriyle. Anahtari sag on tekerleğin üzerinde buldu.

Kendine yolculuk diye şirket ismi mi olurdu? Kapitalizmin para kazanmak icin yapamayacağı sey mi var diye ikna oldu.

Arabaya bindi, sebebini anlayamadı ama torpido gözünü açmış bulundu.
İceride bir adres vardı ve kalın puntolarla bir not: Cep telefonlarınızı simdi kapatıp naylon torbaya koyunuz.

Evliliklerinin ilk iki yılında yaşadıkları sorunları gecen yıl atlatmışlardı. 

Karisi artık daha anlayışlıydı. Cocuk yapmaya bile ikna olmustu. 

Henuz rahme basarili bir sperm ulaşmaması da sorun olmuyordu.

Ta ki karısının ablasi evlerine gelene kadar. Kadin tam bir baş mikserdi....

Boşanmaya karar vermislerdi ve ikisi de kararlıydı.


Hamdi ve muge olmasa dilekçeleri mahkemeye sunacaklardı ama info@kendineyolculuk isimli mail adresinden kendilerine gelecek 

Haftasonu iradelerini arkadaşlarının hatrına askiya almaya ikna olmuslardi. Geri donemezlerdi.

Sirket durumu arkadaşlarına bildirir, mahcup olurlardı.

Eşi Aslı'ya baktı. Asli beklenmedik sekilde tahrik olmustu.

Gozleri sevgililik dönemlerinde ara sıra oldugu gibi meydan okuyan maceralı kısık tonundaydı.

Ayni seye heyecanlanmak gurur vericiydi.

Adrese navigasyon olmadan ulaşacaklardı.
Petrol istasyonu sakin görünüyordu. Yardım 

---



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

E-58 güncesi